Zaman An Gibi

Sabırsızlık,  hayatımızın her anında nüks eden bir yara gibidir. Günlük yaşam içinde yeni fark ettiğim durumlardan biri, sabırsızlık gösterip acele ettiğim işlerin daha aksi gittiği ve daha geç olduğudur.

Zaman An Gibi
Zaman An Gibi

Sabırsızlık,  hayatımızın her anında nüks eden bir yara gibidir. Günlük yaşam içinde yeni fark ettiğim durumlardan biri, sabırsızlık gösterip acele ettiğim işlerin daha aksi gittiği ve daha geç olduğudur. Ruhumuz zamana yetişememekte acele ettikçe hem ruhen geriliyor hem de işler daha da sarpa sarıyor. Nedir bu acelemiz nereye yetişiyoruz, bilmiyorum. Yaşam şartları bizi bu noktaya sürüklese de birazcık uyanık olmak gerekir.

Her şey çok hızlı, sürekli bir yerlere, bir şeylere yetişmeye çalışıyoruz. Bu noktada her şeyin bir olgunlaşma vakti olduğunu gözden kaçırıyoruz. Bir bebek bile dokuz ayda dünyaya gelirken,  vaktinden önce olan şeylerin eksik, kusurlu olduğunu göz önünde tutmak gerekir. Günlük işlerde bile acele etmeden yaptığımız işin, olgunlaşmasına izin verecek zamanı ayırmalıyız.

Günlük hayattaki sabırsızlığımız, hayatımızın her noktasına sirayet etmekte. Her şeyin anında olması doyumsuzluk, emek sarf etmeden kısa yoldan bir şeylere ulaşmak hazırcılığa bizi itmekte. Emeğin ne kadar kıymetli ve akabinde çıkan ne kadar lezzetin ne kadar kıymetli olduğunu unutmuş gibiyiz.

Bir bilge başka bir köye seyahat edecekmiş. Yoldan geçen bir atlıya nereye gittiğini sormuş. Gitmek istediği yere gittiğini söyleyince ‘Ben de aynı yere gidiyorum, beni de götürür müsün?’ diye sormuş. İkisi de ata binmişler, atlı son sürat atını koşuyormuş. Belli bir yere gelince bilge, durmasını istemiş. Atlı durmuş, Bilge bir ağacın altına oturmuş, biraz beklemiş. Sonra ‘Devam edelim.’ demiş. Varacakları yere vardıklarında atlı Bilgeye sormuş ‘Neden orada bekledik. ’O kadar hızlı gidiyordun ki ruhum hızına yetişemedi. Ruhumun bana yetişmesini bekledik? Demiş.

Hikâyedeki gibi günlük hayattaki hızımıza, ruhumuz yetişemezken, yaptığımız işlerden tat alamıyor ve işlerimizde gerekli verimi göremiyoruz. Yemek bile ağır ağır piştiğinde daha lezzetli olur ne dersiniz?

İnternette bir şeyler arıyorum ara butonuna tekrar tekrar basıyor aynı saniyede açılmasını bekliyorum. Bu davranışım birçok kez bastığımdan bilgisayar aynı sayfayı beş defa açmaya çalışıyor. Bu aceleciliğim yüzünden çoğu zaman sayfaya ulaşamıyor, hepsini yeniden kapatıp, yeniden açıyorum. Aslında daha fazla zaman kaybediyor ve en büyük sermayemiz olan zamanı boş yere sarf etmiş oluyorum.

Hepimizin dilinde yetişkin ya da çocuk fark etmeden sık duymaya başladığımız cümleler den biri ‘Zaman ne çabuk geçti. ‘Artık zamanın hızına yetişemiyoruz.’ Peki, zamanın bu hızlı aktığını bize hissettiren nedir. Yapılan araştırmalara göre geçmiş yüzyıllara göre şimdi fiziksel olarak zaman daha uzunken neden biz böyle hissediyoruz. Belki de zamanı o kadar hızlı tüketiyoruz ki anın farkında değiliz. Böyle düşününce biraz kafalar karışabilir.

Hayatımız çok hızlı ne dersiniz ya da bazen vakit geçirdiğimiz meşguliyetler bizi öylesine içine alıyor ki zamanın farkına varamıyoruz. İbn Abbas (ra)’ın naklettiğine göre, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “İki nimet vardır ki insanların çoğu (onları değerlendirme hususunda) aldanmıştır: Sağlık ve boş zaman.” (Buhari, Rikak, 1)

Çocuklarımız sokaklarda oynamayı unutmuşken, hız beyinlerine ince ince işleniyor. Bilgisayar oyunlarında çoğu zaman hızlı olmak, sınavlarda hızlı olmak, hani deniliyor ya zamanla yarış hepimiz birer yarış atı kıvamında koştururken hayatın tadı kaçıyor, lezzeti yok oluyor, farkında değiliz.

 Tatlı yediğinizi farz edelim ağzınızda bıraktığı tadı lezzeti düşünerek vücudunuza katacağı şifayı düşünerek yediğiniz bir parçamı, aklınız olmadık yerlerde ağzınızdakinin varlığının bile farkına varmadığımız yemek için yediğimiz bir parçamı. Bırakalım ruhumuz bedenimize yetişsin ve sabırla hayattan lezzet alalım.

 

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!