Yüzyıl Sonraki Torunuma Mektup- 57

Bazen, nasıl olur da senelerden beri 1000lerce kilometreyi uyum, sevgi ve muhabbet içinde geçirdik diye soruyoruz kendimize, bazen de yolda belde tanıştıklarımız soruyor bu soruyu. Cevabı çok basit: Biz birbirimizi olduğumuz gibi kabul ettik ve hiç değiştirmeye niyet etmedik.

Yüzyıl Sonraki Torunuma Mektup- 57

Esselamu Aleykum ve Rahmetullahi ve Berekatuhu, Allah’ın Rahmeti ve Bereketi üzerine olsun Yavrum

Bugün günlerden Cuma, 11 Şubat 2022. Yavrum mektubuma günler sonrası devam edebiliyorum. Geçen gece Malik uyandı ve mektuba ara vermeliydim. Bugün ayın 17., saat 22:23. Mübarek Recep ayındayız. Recep Allah-u Teâlâ'nın ayı. Ardından Şaban ayı gelecek, Peygamber Efendimizin (sav) ayı. Olurda bilmezsen diye sav ’in açıklamasını yazıyorum yavrum... Sallallahu Aleyhi ve Sellem, yani Allah’ın selamı onun üzerine olsun. Peygamber Efendimizin (sav) adı anıldığında sağ elimizi kalbimizin üzerine götürürüz. Bu bize atalarımızdan kalan bir miras. Atalarımızın kalbi o Güzelin adı anıldığında pırpır atarmış, sanki kalpleri heyecandan yerinden çıkacakmış gibi olurmuş. Onun için kalplerini tutarlarmış. Bize’ de bu güzel davranış miras kalmış. İnşallah senin kalbinde Peygamber Efendimizin adını duyduğunda heyecanla pırpır atar yavrum. Şaban ayı Ramazan ayının habercisidir. Ramazan ayı Rabbimin ümmete hediyesidir. Bu ayda ilk akla gelen oruçtur. Orucun günümüzde bilimsel olarak bedensel ve ruhsal faydaları kanıtlanmış olsa bile, ilaç endüstrisi bu tedavi yönteminin yaygınlaşmasına karşı koyuyor. Acaba senin zamanında nasıl olacak? Oruç tutan var mı? Orucun birçok faydası var...hatta belki, benim soyumun Malik ile devam etmesine vesile olan, rahmimdeki endometriyozu tedavi için tuttuğum oruçtur. En doğrusunu Allah bilir. Ama biz Ramazan orucunu sadece Allah rızası için tutarız yavrum. Allah-u Teala birçok mübarek günlerde tutulan oruç için mükafatını bize bildirmiştir. Ancak Ramazan orucunun mükafatı için Rabbim ‘’O benim ve kulumun arasında’’, diye buyurur. Rabbim seni Allah rızası için oruç tutanlardan eylesin yavrum. Baya uzun bir giriş oldu. Belki bu yazdıklarımı zaten biliyorsundur ama bilmiyorsan, öğrenmene ve araştırmana vesile olmak isterim. Bundan sonraki satırlarımda sana kendimden ve hayatımdan bahsetmek istiyorum.

Fatıma-Rumeysa Yılmaz olarak, 30 Temmuz 1985 yılında Viyana’da dünya’ ya geldim. Doğum yerimi öğrenen çoğu insan ‘’aaaaa Viyana’’, diye benden merakla bir hikaye beklerler. Genellikle, bir tek orda doğup ardından hemen Almanya’ya geldiğimizi söyleyerek, konuyu kapatırım. Ama sana anlatmak istiyorum. Benim dedem, Hasan Yılmaz, nur içinde yatsın, Malikin doğumundan 24 gün önce (01.12.2020) vefat etti. Ruhuna Fatiha okumayı ihmal etme yavrum. O çok güzel bir insandı, Allah rahmet eylesin. Hasan dedem 1960larda Türkiye’den Almanya’ya işçi olarak gelmiş. Kendisi marangozmuş Türkiye’de ve durumu da aslında iyimiş, ama kaderinde Almanya’ya gelmek varmış.  Birkaç sene sonra babaannemi ve büyük amcam Kemal’i de getirmiş yanına. Küçük amcam, Cemil ve Babam, Kamil Türkiye’de uzun seneler ailelerinden uzakta, Türkiye’de yaşamışlar. Babam liseyi Türkiye’de bitirdikten sonra Almanya’ya gelmiş.  Annem, Şaziye İnceler, o senelerde Ankara’da Kuran Kurs hocalığı yapıyormuş. 1984’ün yazında babam ile annemi görücü usulü tanıştırmışlar. İki aile de Bulgaristan muhaciri. Annemin dedesi ve babaannesi 93 harbinde (Osmanlı-Rus Savaşı) Türkiye’ye geri dönmüş. Babamın tarafı ise 1930larda Bulgaristan'daki asimilasyon politikası sebebiyle evlerini, yurtlarını terk etmişler. Annem ve Babam Denizli’de tanışmışlar, ikisinin de rızası olunca, birkaç hafta sonra düğünleri olmuş, annemi araba’ ya koymuşlar, sınır kapılarında saklamışlar, Almanya’ ya getirmişler. Annem bir anda kendini Almanya'nın kuş uçmaz, kervan geçmez bir köyünde bulmuş. Bana hamile olduğunu öğrendiğinde babaannem beni istememiş, çünkü henüz annemin bile Almanya’da bir nüfusu yokmuş. Annem direnince, son çare, doğumuma üç ay kala, anneme Avusturya’da iş izini çıkartıp, Viyana’da tanımadıkları Camii başkanının yanına yerleştirerek, benim hastane ’de doğabilmem mümkün olmuş. Daha sonra Sulingen’e dönmüşüz, ama ben kendimi bildim bileli Bremen'de oturuyoruz. Bremen mızıkacılarıyla ünlü bir şehir.  Weser nehri etrafına kurulmuş. Burada hava senenin 300 günü bulutlu ve yağmurlu. Havası hariç, Bremen şehrini seviyorum. Ama burada yaşlanıp, ölmek istemem. Henüz hangi ülkede yaşlanmak istediğimi bilmesemde, sabah yağmur dolu, kara bulutlar yerine, güneşe günaydın demek istediğim kesin. Yani yavrum bende buradan göç etmek istiyorum. Ne çok göçler yaşamışız, demi yavrum? Acaba sen bu mektubu okurken neredesin? Ben Almanya’da yaşayan 3. jenerasyonum. Benim okul zamanımda üniversite okuyan ve üstüne başörtüsü örten göçmen sayısı çok azdı. Hele birde jeoloji bölümümde ben ilktim. Elhamdülillah profesörlerim ve arkadaşlarım beni hep kucakladılar. Yada ben dışlayanları görmezden geldim. Çok güzel arkadaşlıklar edindim. Üniversitede tanıştığım günden beri, yani 17 seneden beri devam eden arkadaşlığım Valeria ile. Benden 10 yaş büyük, kızıl ordu astsubayının, Valeri beklenen Valeria doğan tek kızı, oturduğu restoran masasının üstüne sigara paketini, çakmağını, telefonunu ve şarap bardağını cetvelle ölçülmüşçesine belirli bir hiza da yerleştiren, canım arkadaşım. Günlük hayatta çok tembel ama işinde çok azimli ve başarılı, saatlerce, geceler boyu farkındalık sohbetleri yaptığım, civcivim, Andrea (bu arada civciv benden bir kafa uzun). Birlikte bir sürü ülke gezdik: Belçika, Hollanda, Fransa, İspanya, İtalya, Avusturya...Gittiğimiz yerlerde sabahtan öğlene kadar maden ocaklarında kirin çamurun içinde, elimizde çekiç, mineral topluyoruz. Öğleden sonra Lady oluyor kültürel geziler düzenliyoruz ve güzel bir restoranda yemek yiyoruz. Biz üç çok farklı karakter. Hayatlarımız kesişti, değişti, birimiz Milyoner hanımı oldu özel uçaklarla kiralanmış adalarda tatil yapıyor, diğeri 35'inde profesör olmak üzere, kariyeri için yalnızlığı göze alarak Danimarka’da ve ben, 14 aylık bebeğini uyuttuktan sonra geceleri sana mektup yazıyorum...bu çok farklı hayatları yaşarken, arabaya binip hedefimize doğru ilerlerken inanılmaz bir ahenk içinde buluyoruz kendimizi...demek istediğim şu yavrum: Hayatın bize nasıl sürprizler hazırladığını bilemeyiz, insanlarla uyum içinde olmak için, illa din, ırk, politik düşüncen, dış görünümün, paran pulun önem taşımıyor. Onlar beni 5 vakit namazım ve başörtümle kabul ettiler, sevdiler ve saydılar. Bende onları şarap kadehiyle kabullendim, sevdim ve saydım. Bazen, nasıl olur da senelerden beri 1000lerce kilometreyi uyum, sevgi ve muhabbet içinde geçirdik diye soruyoruz kendimize, bazen de yolda belde tanıştıklarımız soruyor bu soruyu. Cevabı çok basit: Biz birbirimizi olduğumuz gibi kabul ettik ve hiç değiştirmeye niyet etmedik. İlerleyen zamanlarda sana yaşadığımız komik maceraları, Burcu teyzenden, bir Müslüman Türk olarak Almanya’da ‘’gurbette’’ yaşamaktan, ‘’gurbetçi’’ olmaktan, anne olmaktan ve belki ’de erkeklerle bir türlü kurmasını beceremediğim mutlu yuvadan bahsetmeye niyet ediyorum. Bugünlük benden bu kadar yavrum. Dün geceden çok uykusuzum.

Rumeysa Yılmaz

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!