Söyle Nedir Aradığın?

Sanırım çağımızın en büyük fobisi yalnızlık kaygısı diye düşünüyorum son zamanlarda. Her ne yaşanıyorsa, yalnız kalmaktan, kendinle baş başa olmaktan, korkmaktan, tasalanmaktan, yavaşlamaktan, sessiz sedasızlaşmaktan kaynaklanmakta...

Söyle Nedir Aradığın?

Sanırım çağımızın en büyük fobisi yalnızlık kaygısı diye düşünüyorum son zamanlarda. Her ne yaşanıyorsa, yalnız kalmaktan, kendinle baş başa olmaktan, korkmaktan, tasalanmaktan, yavaşlamaktan, sessiz sedasızlaşmaktan kaynaklanmakta...

Bundan dolayı belki de bir çok İnsanın  bilmeden  şuursuzca, fütursuzca hesap kitapsızca bir çırpıda kolayımsal  çabasız, emeksiz kurdukları ilişkilere, sosyal statülere, gösterişe, paraya, itibara, hırsa saldırmalarına ve sarılmalarına neden olgular oluyor aslında.

Velhasıl ''yalnızlık'' bilinmeyene yolculuk, ulaşılmayana arayış, hissedilmeye koyuluş, sınırsız sonsuzluğa uzanış boyutuna açılan bir fırsat değil midir? Kendine, özüne, seni Yaradan’a  gidenlerde kurulan bir köprü görevini taşımakla hükümsel denge değil midir?

Tasavvuf ilminin  öğrettiği kadim bilgiler kuramında teslimiyet bütünselliğini yaşatmadan acıya nail olmak değil midir? Hamdım, piştim, yandım ile kavrulmadı mı Aşk’ a ulaşan. O halde neydi derinden insanlığı korkutan? Hepimiz tutturmuşuz bir mutlu olmanın, mutlu yaşamanın, mutlu kalmanın, arayışına takılmışız. Her an nasıl mutlu oluruzun derdine düşerken kaçırdığımız anın var olan akışını izlemekten yoksunlaşmaktayız biçare.

İyi ya da kötü denilen kavramlar yok derken yaşamda bunu defalarca süreğenleşmişken nedir bu arayış?İlk fırsatta atıveriyoruz kendimizi çılgın alışverişlere, sosyal ağ penceresinde paylaşıma açtığımız  konulanların tıklanma rekoru, beğenilme yarışı içinde dikkat çekme özverisiyle, şık güzel giyinip çıkıveriyoruz. Keşiflerimizi de, kalabalıksal birkaç arkadaş topluluğuyla gidilen görsellerimizi gezintilerle yer bildirimi yönergesinde bildiriyoruz. Lüks lokanta içinde masadaki bin bir duayeni  nefis kurbanı olup  yiyemeyecek kişileri hiç düşünmeksizin hava atarcasına yemek paylaşımı yaparak egosal tatminlerle, selfieler de cafe barlarda  dikkat çekme peşinde, starbucks  denilen ismini sonradan keşfettiğimiz kafe çeşitleri bünyesinde etiketlemelerde. Üstelik hiçbirisi sürekli süregelen mutluluğa vesile değilken. Başka duygularımızın da var olacağı gerçeğini  benimsemeyip, üstüne sünger çekip kabullenememişken. Kızgınlık, kırgınlık, küskünlük, üzüntü, hüzün, öfke, acı empoze ederek  rafa kaldırmaya çabamızı anlayamıyorken.

Geleceğin korkusuna, geçmişin kırıntılarından koyup ilerlemeye çalışıyoruz hızla akan koşuşturmalarımızda. Son sürat hızlandıkça kaçırıyoruz yaşayamadıklarımızı da hunharca. Duygularımız azalıyor, hissizleşiyoruz adeta. Aldığımız kitapları bile özetine vakıf koyuyoruz vakit yaratamıyoruz okumaya. Düşünmüyoruz okumaz isek nasıl iletişim kuracağız bu insanlarla.Tv izleyerek, magazin kovalayarak, dedikodu sayfalarında gezinerek, geçirdiğimiz zaman parçasından azıcık da ayırıp harcayamıyoruz kitaplara.

Döngü  haline getirmişken özeti hayatımızın ortasına oturtup izlemeye koyuluyoruz  çemberinde. Düşünsene inançlarımız bile özetselse. ''Allah var gam yok keder yok'' de geç bilincinde yetiştirmişken Neyiz? Ne için varız? Niye geldik? Nereye gideceğiz? Peki yaşam amacımız ne? Sorgulamalarından yoksun kalarak ilerliyoruz  geleceğimize. Aranılan neydi ki, gönül neden yorgun düşerdi sessizce çekilirdi küserdi kendi içine. Devasal okyanusun içinde zenginliğe has yaratılmamış mıydı  insan öz bilincinde. Yüreğinde gizlediği dışarıda yansıttığından, görüldüğünden daha büyük değil miydi alemi külfetinde. Peki ya Rahman hüzünlü dertli kalpleri delicesine sevmez miydi? Öyle öğretilmemişiydi  bizlere. İyide şimdi bu arayışsal kuram niye? Aslında tek sır kanaatimce formülün esrarı elindekilerin değerini bilip, verdiğine de vermediğine de,hamda sena ile şükür edebilmekte. Tükenilmeyecek  bilinçle...

 

Hayriye Çalışkan Acar

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!