Ölmeden Önce Ölenlere Selam Olsun

Mutluluğu dolgun bir maaşta, spor bir arabada, deniz kıyısında bir evde aradık. Aslında biz aramadık, onlar arayın diye komut verdi.

Ölmeden  Önce Ölenlere  Selam Olsun
Güzelyurt/ Kıbrıs

Bu yazımı kaleme almaya çok uzun zaman önce niyet etmiştim. Vakti saati bugünmüş.

Nemrut Hz. İbrahim’i yakmak için devasa bir ateş yaktırır. Öyle ki bu ateş, neredeyse bulutlara kadar yükselip tutuşturacak kadar büyük bir ateş, herkes bir tarafa koşturmakta. Birisi hariç, ağzında bir damla su ile ateşe doğru giden bir karınca. Karıncaya sorarlar “Neden ateşe doğru gidiyorsun?” diye. Karınca da “Ateşi söndürmeye gidiyorum.” der. Onlarsa alaycı bir tavırla “O bir damla su ile mi? yapacaksın.” Derler. İşte o an tarihi cevabı alırlar. “Bende biliyorum, bu ateş bir damla su ile sönmeyecek ama tarafım belli olsun.”

Benim hikayemde böyle başladı, tarafım belli olsun.

Yazımın başlığında “Ölmeden önce ölmek” deyiminde anlatmak istediğim, ölüm bir uyanış ise, bu uyanışı ölmeden önce gerçekleştirmiş olmamız ne kadar büyük bir kazanım olurdu bizim için.

Ömrümüz dayatmalarla geçti. “Biz dur, diyene kadar.”  Geçmeye de devam edecek. Bizler bebekken uyuyalım diye annelerimiz ninniler söylerdi, şimdi büyüdük lakin uyumaya devam edelim diye yine birileri ninniler söylemekten vazgeçmiyorlar. Bu yaşadığımız hayat kimin hayatı, bize dayatılanları hiç düşündünüz mü?

Anlatmaya başladığımda sizde ”Ya evet, nasıl fark etmedim, vay be, bize yaşattıklarına bak.” dediğinizi işitir gibiyim. Çünkü hepimiz aynı gemideyiz.

Herkes üniversite mezunu olmak zorunda, üniversite bitince garanti maaşlı bir iş olmazsa olmaz, yaşın geçmeden evlen, çocuk sahibi ol, bir araba al, her zaman araba alabilirsin canım, önce başını sokacak bir ev al. On beş yıllık kredi çek ve hayatını on beş yıl bankaya ipotek et. Ev alıp kurtuldun mu, sen öyle zannet, çocuklar büyüyor, çocukları özel okula yazdırmak lazım, benim çocuğum komşunun çocuğundan geri mi kalsın, ceketimi satar yine de okuturum mu dedin, geçti kardeşim o günler, belki bundan kırk yıl önce o ceket satılıp çocuğa defter, kalem alıp okutuluyordu, şimdi bir haftalık servis parası etmez o ceket, yanlışlıkla yazmadım gerçekten bir haftalık ücret.

İlkokuldan başlıyor kurslar, zannedersin Veli Efendi hipodromu da çocuklar, lise, üniversite, bu arada unuttum sanma ev taksiti hala devam ediyor.

Tamam biraz hızlandıralım hayatı, çocuklar okullarını bitirdiler, evlendiler çocuk sahibi oldular, hayalini kurduğun emeklilik geldi, arabana binip bütün dünyayı gezeceksin, sahi arabayı satmadın değil mi ev alırken, tamam hayal kuruyorsun da dur bir dakika senin için yeni bir görev başlıyor gözün aydın Allah analı babalı büyütsün, torun bakacaksın.

Torunları büyüt derken dünyadan emekli olma zamanı gelmiş gün sayıyor. Nasıl? Anlattıklarım tanıdık geldi mi, bu filmi daha önce izlemiştin galiba. Bu hayat koşturmacasının içinde kendin için ne yaptın, aaaaa bakıyorum sen yoksun, sen, sana verilen rollerin hakkını teslim ediyorsun. Ayşe yok Murat yok sadece senin için hazırlanmış görevler ve dayatılmış bir hayat var. Kulağına okunan ezan ile adına okunan sela arasında ki “an” var. An var ne demek ki? Bu bana tanıdık geliyor, an da kal, anı yaşa denen şey olmalı. Sen hiç anda kaldın mı? Ya geçmişte birilerinin söylediklerine, ya yaşadığımız haksızlıklara takılıp kaldık, ya da gelecek kaygısına. Bugün, ya dünü yaşadık ya da yarını, ama bugünü hiç yaşamadık, bugünü yaşamanın nasıl bir duygu, lezzet olduğunu anlayamadık.

Mutluluğu dolgun bir maaşta, spor bir arabada, deniz kıyısında bir evde aradık, aslında biz aramadık, onlar arayın diye komut verdi. Bizde kendimize biçilen rolün hakkını vermeye çalıştık, başardıysak mutluyuz zannettik, olmadı ise kendimize öfke duyduk, yetersiz hissettik. Sahip olduklarımızın değerini hep göz ardı ettik, sahip olmadıklarımızın peşinden koştuk. Sürekli tüketen doyumsuz, mutsuz, sevgiden yoksun bir toplum olduk.

Ölmeden önce ölme vakti gelmedi mi sizce de.

Dünyaya geliş amacımızı unuttuk, bütünün hayrına neler yapmamız gerektiğini unuttuk, kapımızın önüne gelen kediyi, sokakta aç dolaşan köpeği, susuzluktan uçmaya mecali kalmamış kuşu unuttuk.

Biz insanı unuttuk, aç mı susuz mu hastamı komşumuz, onu unuttuk. Günlerce aramadığımız, gitmediğimiz, hal hatır sormadığımız, hayır duasını almadığımız, eli öpülesice annemizi, babamızı, dedemizi, ninemizi unuttuk. Sonra mutluluk aradık.

Bu hayat bizim hayatımız, bu dünya bizim dünyamız, bu ömür bizim ömrümüz, bu çocuklar, bu çiçekler bu ormanlar bu ırmaklar bizim. Ömrümüzü ipotek altından kurtaralım mutluluk, huzuru maddede aramayalım, o tam da bizim içimizde.

Ölmeden önce ölmek vaktini kaçırmayalım.

Saygı ve sevgilerimle.

MURAT ÖZKILIÇ

 

 

 

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!