Kestanelerin Kararlılığı

Aşkla yanan minik bir sobanın üstünde pişen kestanelerin kararlılığı; tüm aileyi bir araya toplamaktır. Eve misafir geldiğinde büyüklerimiz “çay koy” derken amaç; dostlukları yudumlamaktır.

Kestanelerin Kararlılığı
Aşkla Yanan Soba

İnsanoğlu doğarken sahip olduğu tüm renkli balonlarını büyüdükçe gökyüzüne bırakıyor. Bedeni her balonla birlikte bir de değer kaybediyor. Bakmayı, görmeyi, konuşmayı, sevmeyi unutuyor derken; ruhunu kaybetmiş bir tınıya dönüşüyor. Öyle ki, artık duyulsa da anlaşılmıyor.

İnsan olmak derken “unutan” olmak kısmında bu kadar istikrarlı olabileceğimizi hiç düşünmemiştim. Birbirimizi, sahip olduğumuz değerleri, iyiliği, hoş sohbetleri unutmak. Karşı dairede oturan komşumuzu dahi tanımamak. Eşgalinden açı olduğu anlaşılan yüz seksen derece, hayatımızı tersine çevirmek için katılmış sanki Geometri ailesine. Sporcuların attığı taklayı biz hayatımızda atmışız aksine. Kaybetmişiz yolumuzu, kendimizi. Unutmuşuz kış akşamlarında anlatılan en güzel hikayeleri.

Aşkla yanan minik bir sobanın üstünde pişen kestanelerin kararlılığı; tüm aileyi bir araya toplamaktır. Eve misafir geldiğinde büyüklerimiz “çay koy” derken amaç; dostlukları yudumlamaktır. Başkalarının; vazgeçmedikleri, hala yaşamaya devam ettikleri pamuktan yapılmış kalelerini seviyorum. Cam kenarlarına gelen geçen nasiplensin diye koyulan yemişleri, yaz geceleri yapılan sohbetleri seviyorum. İsim-şehir oynarken atılan kahkahaların ahengini, sen-ben kelimesinin bir tek kura çekerken dile getirilmesini seviyorum. Pamuk şekerci abiyi, “ O eskidendi” dedikleri hayatı ve bastonla gezen dedeleri seviyorum. Hala ceplerinde kalmış kırıntılar varsa her bir zerresine talibim. Sevgiyle tıklanacak kapılara mesafe uzarken, Grahambell’ e gönül koymak üzereyim. Sonu gelirse diye yer altında inşa edilen yaşamsal faaliyet ve korunma alanlarını yeni dünya olarak sayarlarken, hala geçmişten biraz kaldığına inandığım hayal gezegenimde büyüyeceğim. Hayranım koca bir tarihe ve onu anlatacak değişmeden kalabilmiş gözlere. Penceremin önünde yağmuru seyre dalıp çayımı yudumlarken ninni gibi gelecek seslere hasretim. Hayranıyım geride kalan günlerin. En çok da kendimin; en küçük halimle; "dünyanın derdi tasası bana düştü" diyenlerden uzak; bisiklet sürebilmenin derdindeydim. Düştüm diye acıyan yarama üzülmez, kalkıp mutluluğuma kaldığım yerden devam ederdim. Hayranıyım hala rengi solmamış hayallerin; tüm dünyaya bir tiyatro salonunda sergilensin isterim.

Yolumu aydınlatacak fenerle dolaşırken tavsiyeyi ancak Mevlana’dan dinlerim : “Tertemiz duygularla sevin.. Çocuklar gibi sevin..  Melekler gibi sevin.. Kar taneleri gibi sevin.. Benim gördüğüm yerlere bir tek sevenler gidiyor.”

Fark ettim ki; bahçemden mahsul toplayabilmem için önce yağmur olmalıyım, evrende solan her duyguya önce kendi toprağımda can vermeliyim.

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!