Benim İçin Huzur Neydi?

Yolun yarısını geçtin; yapmak istediğin birçok şeyi elde edemeden, o güzelim hayallerini gerçekleştiremeden göçüp gitmemelisin!

Benim İçin Huzur Neydi?

Benim İçin Huzur Neydi?

Farkında mısınız?

Hep mükemmel bir hayatın özlemini çekiyoruz.

Hep yeni bir hayal ile mutluluğu yarınlara erteliyoruz.

Sanki tüm sermayemizi yarınlara miras bırakıyoruz.

Gözlerimizin daldığı her yerde yarınlar var.

Bu sayede yarının avuntusuyla bugünü ziyan ediyoruz.

Ve bir gün geliyor.

Biz o yarınları göremeden göç edip gidiyoruz.

Bugün yarınlar için hayal kurarken içimdeki vesveseyi bana şunları fısıldarken yakaladım;

“Yolun yarısını geçtin; yapmak istediğin birçok şeyi elde edemeden, o güzelim hayallerini gerçekleştiremeden göçüp gitmemelisin!” bunu tasdikleyen sözde ben;

“Nasılda doğru” diye iç geçirdi. Ardından başka bir ses;

“Ne yani bu muydu? Bu film böyle bitmemeliydi” der gibi içime karanlık bir gölge gibi düştü.

Sanki yarın göçüp gidecekmiş gibi (iptal) telaşa kapılacak oldum.

Tam derinlere dalıp yine o çıkmaz sokaklara dalacakken yakaladım o vesveseyi, hemen güzel bir dönüşle geçmişe gittim. Benden önceki nesilleri düşündüm. Atalarımı. Dede ve ninelerimi… Çoğu yaşadıkları il veya ilçe dışına bile çıkamamışlardı. Bir restoranda oturup yemek yememişlerdi. Giysilerle dolu bir gardıropları, belki de çok şık elbiseleri hiç olmamıştı. Mesela eşlerinin koluna girip bir sahilde yan yana yürüyememişlerdi. Yeni cicili koltukları, tıka basa dolu buzdolapları da yoktu. Hatta ayrı bir yatak odaları da olmamıştı. Evleri hem mutfak, hem oturma, hem yatak odası olan o birkaç odalı yerden ibaretti.

Geçmişe dönüp onları düşündüğümüzde; “bir gün görmeden göçüp gitti zavallılar” diyoruz.

Hatta günümüzde bile bunları yaşayamayan tahmin edemeyeceğimiz kadar çok insan var.

Şu gün görmekten kastımız ne ola ki?

Sonra onların tersine şahane hayatlar içinde yaşayıp gitmiş başkalarını düşündüm. Onlara sormuş olsak bu dünyada mutlaka yapacak çok işleri vardı. Demek ki bu dünya hayallerin peşinde koşacak kadar uzun değildi. Demek ki her gelen bir şekilde eksik gidecekti. Geride yarım işler, gözü yaşlı aileler, evler, hanlar, hamamlar bırakacaktı. Çünkü kimse buraya ebedi kalmaya gelmemişti. Velhasıl kelam hiç kimse “tamam ben hazırım artık deyip” buradan gitmeyecekti.

Şu kâinatın en aziz misafirleri olan Peygamberler çok rahat hayatlar yaşamamışken bizim bundan bahsetmemiz zaten komikti.

Peki, onlar o kadar zor şartlar içinde felaket durumlarından nasıl kurtulmuşlardı? Nasıl o zorlu günlerden en yüksek makamlara erişmişlerdi?

Cevap basitti.

Beklentileri dünya değildi.

Beklentileri küçük bir kasabada pembe panjurlu bir evin bahçesinde oturup yiyip içmek değildi.

Beklentileri bu âlemin tüm lezzetlerini tadıp göçüp gitmek değildi.

Beklentileri; tüm insanlığa sevgiyi, kardeşliği öğretmekti…

Bu sayede bu dünyadan asil bir şekilde, şerefle nasıl göçüp gidilir? Onu göstermekti.

Onlar tüm insanların uyanışı için hizmet ettiler. Çoğu belki hiç sıcak bir kap yemek yiyemeden gitti. Yamalı kıyafetleri arasında hiç şikâyetçi de değillerdi. Çünkü huzurun şifresi kardeşlerine huzur vermekti. İnsanca nasıl yaşanır onu göstermekti. En önemlisi insanca yaşamak için çok şeye sahip olmanın gerekmediğini öğretmekti. Horlanıp kapılardan geri de dönseler vazgeçmediler. Onlar için huzur dünyaya neden geldiğimizi bildirmekti. Tanışıp, kaynaşmak insan olduğumuzu hatırlatmaktı…

Sahi benim için huzur neydi?

Gülay Okuyucu

 

 

 

En güncel gelişmelerden hemen haberdar olmak için Telegram kanalımıza katılın!